vuslatyeri
  => 21. Sayı (Ağustos 2008)
 



21. Sayı (Ağustos 2008)   


  Şa’ban-ı Şerif mübarek olsun! A. Cihangir İŞBİLİR

 EDİTÖR


Şa’ban-ı Şerif’e dâhil olduk hamdolsun.

15. gece de Beraate vâsıl olmayı ümîd ediyoruz.

Mübârek olsun!

Bu sayımızda Milletlerarası Bedîüzzaman ve Risâle-i Nur Sempozyumu tebliğlerini yayınlamaya devam ediyoruz.

Bu heyecan ve coşku dolu konuşmaların aziz okuyucularımıza yeni ufuklar açacağını düşünüyoruz.

  “Bedîüzzaman, eserlerini rûhuyla, ihlâsıyla telif etti ”  

 Prof. Dr. Muhammed ATA


Zihinlerin, en basit zihnin dahi çok iyi anlayabilmesi için ve İslâm ümmetinin hayatını yenileyebilmek için bir araştırma yapıyordum. Bu bağlamda kendim Kahire’deki kitap fuarına gittim ve Allah-u Teâlâ’nın hidayetiyle Türkiye stantında bir kardeşimle karşılaşma fırsatını Allah-u Teâlâ bana ihsan etti. Ve bana kendisi Üstad Bedîüzzaman Said Nursî’nin bir kitabını hediye etti. Bu kitabı okudum günlerce ve onunla çok güzel zamanlar geçirdim. Onu okudukça da zayıflayan ve dünya meşgalesiyle beraber körelmeye yüz tutan imanımı yenilemek arzusunu hissettim. Gerçekten de Üstad Nursî’nin pratik anlamda çalışmaları var. Ve bunun o çalışmalarını her okuduğumda da önümden bir türlü uzaklaştıramıyorum. Her zaman için karşımda ve gözümün önünde gibiydi.

  “Risâle-i Nurlar modern çağın davetçisidir”  

 Dr. Sadık En-NECMİ

Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri tek bir kişi değildir. O bir kişinin şahsında bin kişi kuvvetindedir. Hatta tek bir kişinin şahsında bütün bir ümmet kuvvetindedir. Bu bağlamda Risâle-i Nûrlar Onun doğumundan ölümüne kadar tarihte önemli dersler kaydetmiştir.

Said Nursî Hazretlerinin dehalığına baktığımızda bizleri hayretlere düşüren bir dehalıkla karşılaşıyoruz. Şahsiyetinin farklı alanlara dağıldığını ve normal bir kişi olmadığını yetişmesinde ve hayatında çok farklı bir şahsiyet olduğunu sözleriyle, yaşantısıyla, hareketiyle ve etrafına bakışıyla çok farklı bir insan; sanki ellerinde bir levha taşıyorlar bu levhanın üzerinde “Ben normal bir insan değilim” yazıyor. Bu sıra dışı insan İslâm’ı özünde yaşamış, bütün çağında yaşamış ve eskinin bir takım görüşlerinin Müslümanlığa nispetiyle uğraşmamış kendi çağının problemlerini dile getirmiştir.

  “Ben bu topraklar üzerinde Bedîüzzaman’ın hasadını gördüm”  

 Prof. Dr. Hilmi EL KAUD

Bu tutuşturulan ateş en çetin dönemde İslâm ümmetinin yaşadığı en zor dönemde insanlara ümit kaynağı olmuş İslâm’ın varlığının devamını temin etmiş Müslümanların hallaç pamuğu gibi savrulduğu bir dönemde Cenâb-ı Allah Said Nursî Hazretlerinin göndermiş, Ona bir kıvılcım tutuşturma imkânını vermiş, ahlâkıyla davranışlarıyla ve davetiyle bu kıvılcımı tutuşturabilme imkânını bulmuştur.


Said Nursî’nin duruşunu anlayabilmek Onun ahlâk felsefesine nasıl baktığını Kur’ân-ı Kerîm ışığında nasıl değerlendirdiğini görebilmek için Onun şahsî davranışlarını da iyi bilmek gerekiyor. Zor anlarda nasıl davrandığını hassas konularda nasıl tavır takındığını da iyi bilmek gerekiyor.

  Şiddet Karşıtlığının Müslüman Savunucusu: Said Nursî  

 Ahmed Azam ABDURRAHMAN
(Malezya Ümmetini Aydınlatma Derneği WADAH Başkan Yardımcısı)


İslâm düşmanları, Bedîüzzaman’ın İslâmi eserlerinin önünü kesmek için bütün yöntemlere başvurmuş, fakat denenen her yol Risâle-i Nur’un Allah (cc) tarafından yayılmasına yol açmıştır. Kur’ân’ın mesajını yaymak dışında başka hiçbir gayesi olmayan Said Nursî, delikanlılık döneminde dahi on yıl süren bir özgürlüğün tam manasıyla tadına varamamıştır. Hapisteyken birkaç kez zehirlenmiş ancak Allah’ın inayetiyle kurtulmuştur.

Şer odakları tarafından yaşamına yönelik bir dizi saldırılarda bulunulup sürgün edilmesine rağmen Bedîüzzaman, intikam fikrine asla kapılmamıştır.




“Asrın tefsiri Risâle-i Nur”  

 MÜLÂKAT: Züleyha ÖZDEMİR


Risâle-i Nur’daki her hakikat hem akla, hem kalbe, hem de ruha hitap ediyor. İslâm’ı akla yatkın açıklamalarla anlatıyor. İslâm ve pozitif ilimleri birleştiriyor. Bilgileri hap şeklinde hazır olarak veriyor ve size bunları hayata geçirmek kalıyor. Risâle-i Nur’u okuyup anlayan hem kendini geliştirir, hem de Kur’ân ilmini tam manasıyla elde edebilir. Belki ilk bakışta abartıyor gibi görünebilirim ama onu okuyanlar bana kesinlikle hak vereceklerdir.

“İslâm’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim.” diyerek bütün hayatını bu uğurda feda eden bir dava insanıydı Bedîüzzaman... Seksen senelik ömründe dünya lezzeti adına bir şey tatmadığını, ömrünün mahkeme salonlarında, hapishane koğuşlarında, memleket sürgünlerinde geçtiğini anlatan sözleri, bu çileli hayatın en somut örneği.

  Nübüvvet-i Ahmediye (asm)’ın sekiz delîli  

 Ali CİRİT

Nübüvvet, dünya tarihinde insanın yaratılışı kadar eskidir. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem ile başlayan peygamberlik silsilesinin en son ve en nuranî halkasını Fahr-i Âlem ve Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) Efendimiz oluşturmuş ve Hatem-ü’l-Enbiyâ (nebîlerin sonuncusu) unvanını almıştır. Saadet-i ebediyenin muhbiri ve müjdecisi olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam’ın peygamberliğini ispat eden deliller had ve hesaba gelmez. Denizden bir damla kabilinden O Zat (asm)’ın sıdkına ve nübüvvetine gayet kuvvetli birer şehadet hükmünde sekiz hâleti zikrederiz. Şöyle ki:

 

1.    Okuma - yazma öğrenmediği ve ümmî olduğu halde vahşi ve âdetlerinde mutaassıp, inatçı, muhtelif akvâmı ne çabuk ahlâk-ı İslamiye ile techîz edip bunun gibi daha birçok harika icraatı yapmasıyla on dört asrın akıl sahiplerini ve felsefecilerini hayrette bırakması emsalsiz bir hâlettir.

 2.    Milâdî altıncı asır sonları… Kâinatın Yaratıcısı Cenâb-ı Allah’a iman ve ibâdet yerine, kâinatta cereyan eden hadiselere ve Yüce Kudret’in eseri olan eşyaya tapılmaktaydı. Zavallı insanlık, yıldızlara, ateşe, ruhsuz ve kupkuru taş ve tahtalara “İlâh” diye secde etmekteydi. İşte böyle bir zamanda Muhammed-i Arabî (asm)’ın semavî dinlerde birinciliği kazanan bir din ile birden hem tecrübesiz hem def’aten meydana çıkması emsal kabul etmez bir hâlettir.

 

  Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretleri (ks) Feridun ŞAMİL

 Karıncayı emirsiz, arıları ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, beşeri de sahipsiz bırakmamış. Her biri insanlığın bir yıldızı, bir taifenin gözü ve bir milletin azizi olan 124 bin peygamberi insanlığa rehber olarak göndermiş. Bu peygamberler silsilesinin son halkası olarak da, kâinatın efendisi ve sebeb-i vücudu olan Peygamberimiz (a.s.v)’mı âlemlere rahmet olarak göndermiş.

Kalplerimizin sevgilisi, akıllarımızın muallimi, nefislerin terbiyecisi olan, Peygamberimiz (a.s.v)’dan sonra bir peygamber gelmeyecek. Fakat Cenab-ı Hak yine kemal-i kereminden beşeri sahipsiz bırakmamış. Peygamberimiz (a.s.v)’in : “Benim âlimlerim benî İsraillin peygamberleri gibidirler.” Dediği, Kur’ân mektebinde, Peygamberimiz (a.s.v)’in terbiyesinde yetişen mübarek şahsiyetleri, ümmetin imdadına göndermiş.
  Sabredenler ve şükredenler çardağı Metin Said SERDENGEÇTİ
 Hıçkıra hıçkıra, “Ya Rabbi madem beni affettin, günahsız olarak ruhumu al” diyordu. Allah ve ahiret aşkıyla yananların haliydi bu. Nikâhı dünyada kıyılıp da sevdası Cennette süreceklerin niyazı.

Ve secde uzadı, uzadı, uzadı… Derken anlaşıldı ki, Süheyl’in duası kabul edilmişti ve

huzur-u Rahman’a vasıl olmuştu.

Efendiler Efendisi, “Size daha ilgincini haber vereyim mi?” dedi. “Şu an Hifa da vefat etmiştir.”

Cenazeler yıkandı, kefenlendi, namazları kılındı. İki mezar yan yana kazıldı. Birine Hifa, diğerine

Süheyl yatırıldı. Başlarına birer taş konuldu ve birinin üzerine şükredenlerden Süheyl,

diğerine ise, sabredenlerden Hifa kazındı. Böylece aşkların temeline Lillah atandı.

Allah için sevmek, Allah için ölmek. Bütün mesele bu. Gerisi laf-ı güzaf!...

  Kelime tefekkür ve medeniyet Murat DARICIK

 İnsanlar kelimelerle düşünmekte, düşündükleri nispette de değer kazanmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde günlük hayatta ve eğitim hayatında kullanılan kelime sayısı, geri kalmış ülkelerden kat kat fazladır. Gelişmişlik nispetinde sahip olunan kelime sayısı artmaktadır. Bu hakîkati şöyle de ifade edebiliriz: Dilleri gelişmiş olan milletler terakki etmeye daha müsaittirler.

Mefhumlar ve varlıklar zihnimizde kelimelerle yer alırlar. Zihnimizde düşüncenin oluşumu kelimelere bağlıdır. Bir insan, kelimelerle düşünür, konuşur yine kelimelerle fikir üretir. Kelime haznesi ne kadar genişse üreteceği fikirler de o kadar geniş olur.

 

“Husrev’e kırk canım olsa, fedâ olsun!” H. Sabri ÇOŞKUN
 “Husrev’i tashihte ve tevzi’de ve tedbirde ve muhâberede ve Nûrların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz; hem müstakil nüshaları da yazıyor, mektubundan anlıyorum.”

İNCE BİR MESELE:

İKTİRANI İLLETLE İLTİBAS ETMEK

Hazret-i Ali (kv)’nin “Biz Âl-i Beyt’ten birer Gavs çıkıp her kürbet ve şiddet zamanında imdat ediyoruz.” müjdesinin âhirzamanda tahakkukuna bizzat vesîle olan Bediüzzaman Saîd Nûrsî Hazretleri, Risâle-i Nûr hizmetinin parlak netîcelerini ve müceddidliği sadece şahsı nâmına kabûl etmez.

 

  “Evet Sevgili Üstâdım, ...  

 Evet Sevgili Üstâdım,

senelerden beri Kur’ân-ı Azîmü’l-Bürhanın bahr-i ummanında medfun defineleri, Risalet-in-Nûr ve Mektubat-ün-Nûr ile meydana çıkarmışdınız. İşte, azîm bir define daha lütf-i İlâhî ile Yirmi dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının, Sekizinci Remzinde en parlak ve gözler kamaştıran nurlarıyla tezahür ediyor, kendini gösteriyor. Beşerin nazarını ister istemez kendine çeviriyor.

Bin üç yüz seneden beri, sahib-i insafı hayrette bırakan ve dünyanın her köşesinde ve beşerin her tabakasında, cin ve beşer lisanında, semâvatta melek ve ruhanîler lisânında, en yüksek makam-ı mümtazı işgal eden, o Furkan-ı İlâhînin esrar-ı mühimmesinden ve i’caz-ı azîmesinden bir parçası daha, susmak bilmeyen mu’ciznümâ bir sadâ ve lâtif bir âvâz ve tükenmez bir feyizle karşımıza çıkıyor.

O kıymettar Kur’ân’ın bugün mükevvenatı yed-i kudretinde tutan ve azamet-i kibriyasıyla idare eden ve azamet-i celâli karşısında her şeyi kendine secde ettiren, bir zât-ı vâcibü’l-vücûdun kelâmı olduğunu, üzerindeki hadsiz damgalariyle gösteren Risâlelerinizin kıymeti ne büyüktür. O Risâlelere nasıl kıymet verilir. Nasıl başkasıyla muvazene edilir. Nasıl bir başkasının tefevvuku tahattur edilir.

 

  “Ey sevgili üstâdım! Ey kıymettâr hocam! ... Münir SALİH

 “Ey sevgili üstâdım! Ey kıymettâr hocam!
Ey senelerden beri aradığım muhterem
mürşidim! Ey aziz dellâl-ı Kur’ân!”

Husrev Efendi, her köşesinde Kur’ân sesi yankılanan evlerin, gönülleri Kur’ân nûruyla aydınlanmış sâkinlerinin evlâdı olarak dünyaya geldi. Ellerin Kur’ân yazmaktan, dillerin Kur’ân tilâvetinden men edileceği karanlık senelerin arifesinde Kur’ân’a tarihte benzerine az rastlanılacak tarzda hizmetler edecek bir avlâd-ı güzîn, Kur’ân’la hemhâl olan bir âileye nasib olmuştu. Yirminci asrın kapısında, doğar doğmaz ‘gülşen-i mehdî’ nâmını alacak bir peygamber vârisi, gülistan-ı Türkiye olan Isparta’yı teşrif etmişlerdi.

  Onlar, nûrun fedâileri  

 Zafer ZENGİN

Risâle-i Nur’un kahramanı Husrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te’lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi Hizmet-i Nuriye’de benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.


Safranbolu’da Hasan Feyzi’nin tam yerine geçen, tam vârisi Safranbolulu Ahmed Fuad’ın, gâyet samimî ve fedakârane mektubunda, benim bedelime, aynen Hasan Feyzi, Hâfız Ali gibi; bâki kalan hayatını bana verip, benden evvel berzaha gitmek için dua ediyor. Hâlbuki şimdi Nurlara onun hayatı daha ziyade faidelidir. Bana nisbeten genç, faal bir kardeşim, benden sonra, kardeşlerim gibi vazife-i Nuriyemi yapıyorlar diye kemal-i istirahat-ı kalble ecelimi beklerim. Cenab-ı Hak, onun gibi çok fedakârları Nurlara kavuştursun.

  Ehl-i fetretin âkıbeti M. Zakir ÇETİN

 Bin tane çekirdeği bulunan bir zat hikmet ve maslahatın gereği olarak bunlardan beş yüzünü toprağa gömerek ekiyor. Neticede hepsi çürüyor. Kalanlardan 250 tanesini daha ekiyor. Bunlar çürümeden bağında hepsi birer ağaç oluyor. Şüphesiz bu adam geriye kalan 250 adedini de “bunlar ekilip ağaç olmadı” diyerek çürümüş olanlara yapılan muameleyi yapıp çöpe atmayacaktır. Belki bağında ağaç olup büyüyenlere sahip çıktığı gibi o çekirdeklere de sahip çıkacaktır.

Fetret, vahiy ve semavi hükümlerin sükûn ve duraklama zamanı olduğu için, iki peygamber-i zîşan devirleri arasındaki zamana denir. Hatta yürürlükte olan bir dinin hükümleri kendilerine ulaşıp hakkıyla anlatılmayan kişiler için de fetret devri geçerlidir. Onlara da ehl-i fetret denilir.

“Âlem-i asgar’ın baharı”  

 TEVBE

Muhammed KIZILGEÇİT

Her baharın nihaî dirilişe şehâdette bulunduğu gibi, benî âdemin nihâî dirilişine manevi şehâdettir tevbe…

    Makro âlemin diriliş delilidir; mikro âlemin kalbî diriliş eylemi olan tevbe…

    Benî âdemin Hz. Âdem’e uyması, sâlikler yolunun ilk başlangıcı, kurtuluşa ermişlerin ana sermâyesi, mürîdlerin ilk adımları, Cenâb-ı Rahmân’a yaklaşmak isteyenler için tercih ve ihtiyar edilmelerinin kaynağı, mü’minin Nebi-i Zîşan’ına uymasıdır  tevbe…

    Tevbenin önemi, salt günaha keffâret olması cihetiyle değil, belki nihâyette günahı mahv veya setretmekle birlikte, duâyı, aczi, fakrı, Rahmân’nın şefkatine ilticâyı ve tefekkürü ya da İmam Gazâlî’nin ifâdesiyle ilmi iktiza etmesiyledir.

 

  İslâmiyet, evliyâlara ve Hıristiyan azizlere nasıl bakar? (Lemaat Tahilleri-7) Cemaleddin ŞENER

 İslâmiyet Evliyâlara, Nasraniyet Azizlerine Tarz-ı Nazarlarını Muvazene

Hıristiyanlığa tabiat felsefesi bulaştığı için dindar olmak için benliği kırmak
gerekmiyor. Hakîkî tesir ve kemal sahibi yalnız Allah’tır diye
bir düşünce olmayınca meydan enelere kalıyor.

1- İslâmiyetin evliyâlara karşı olan bakış açısı ile Hıristiyanların kendilerince evliyâ kabul ettikleri azizlere karşı olan bakış açılarının karşılaştırılması.

2- İslâmiyet şiarı “Lâ Hâlika illâ Hû” (Allah’tan başka yaratıcı yoktur). Vesait ve esbabın hakîkî tesirini kabul etmez tanımaz. Vasıtaya bakıyor bir nazar-ı harfiyle.

  SURRE-I HÜMÂYÛN  

 SURRE ALAYLARI

Padişahların veya Sultanların, Pây-i tahttan Haremeyn’e Hac mevsimine yetişmek üzere, özel bir resm-i geçit eşliğinde ve kafileler şeklinde gönderdikleri hediyeleri taşıyan alaylara Surre Alayları denilmektedir. Surre Alayları tarihte ilk kez Abbasiler devrinde ortaya çıkmış, güzel bir âdet şeklini alan bu geleneği sırasıyla Hicaz’ın idaresini eline geçiren diğer İslâm devletleri de devâm ettirmişlerdir. Haremeyn’e ilk Surre, Abbasî Halifesi El-Muktedir Billah tarafından Hicrî 311 senesinde (M. 923-924) gönderilmiştir. Bağdat’dan yola çıkan bu ilk Surre Alayı ile birlikte yaklaşık 1000 sene devâm edecek olan bir gelenek de başlamış oldu.

  Minyatür Yusuf BİLEN

 Metni açıklamak gayesiyle kitap sayfalarına veya bir albüm (murakkaa) içinde toplanmak için tek yaprak halinde boya, altın ve gümüşle yapılan, ışık ve gölge oyunlarıyla derinlik duygusu kazandırılmayan küçük boyutlu resimlerdir.

Kelime, Ortaçağ Avrupa’sında hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına kızıl-turuncu minium ile (sülüğen, sülyen, kırmızı kurşun tozu) yapılan miniatura adlı tezhipten gelmekte ve “sülüğenle boyanmış” anlamını taşımaktadır; zamanla küçük resim anlamını kazanmıştır.

İslâm san’atında minyatüre “tasvîr”, minyatür san’atçısına “musavvir” veya “nakkaş” adı verilmiştir.

 

  Bulmaca Yusuf BİLEN

 

 

 

 

 

 

 

 

20. Sayıdaki bulmacamızın cevabına buradan ulaşabilirsiniz.

 
  Bugün 14 ziyaretçi (61 klik) kişi burdaydı!


REKLAM WERMEK İÇİN İLETİŞİM REKLAM WERMEK İÇİN İLETİŞİM

 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol