vuslatyeri
  => 18. Sayı (Mayıs 2008)
 


İmtihanın şiddetlendi(rildi)ği vakit… A. Cihangir İŞBİLİR

 Mü’minlerin en büyük zenginliği, dayanışma ve yardımlaşma duygularının kayıtsız-şartsız, hesapsız-oyunsuz bir şekilde ve sâfî-tertemiz olmasıdır.

Fert fert, sadece ferdî kıymet ifade eden ehl-i îmanın dayanışma içindeki cemaatlerinin misali, kurşundan örülmüş duvarları; aşılmaz ve aşınmaz muhkem kaleleri andırır.

Bu tür yapılarda araya sızmak, gedik açmak, bu mehabetli bünyeleri sarsmak, yıkmak mümkün değildir.

  Muhali talep etmek,kendine fenalık etmektir Metin Said SERDENGEÇTİ

Evet, siyasetin riyakâr yüzü, dünya hayatının tek gözlülüğü, felsefenin dinsiz yönü nazarları değiştirmiştir. Her şeyi nefsi ve dünyası için gören fert ve toplumlar

yetiştirmiştir. Nazarların değişmesi, beklentileri ve talepleri de etkilemektedir.

Görenekle açığa çıkan arzu ve istekler ise, bazen fıtri taleplere bile ters düşmektedir.


Bedîüzzaman Hazretleri’nin; “Kırk senelik ömrümde, otuz senelik tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” (2) dediği kelimelerden birisi, belki de en önemlisi nazardır. Nazar; bir nesneye sırf ‘bâsıra eylemek’ mânâsınadır ki, bakmak tabir olunur. Nazarda basîret (yani görüp künhe ve hakikate varma) dahi muteberdir. (3) Açısı iyi ayarlanmamış nazar (ki tebeî nazar denilir), muhali yani en uzak ihtimali yakın gibi gösterebilmektedir. Ve keza “nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder (başkalaştırır).” (4)

 

  Risâle-i Nur’da Başarının Formülü-II M. TEBER

 20. yüz yılda ‘bilgi=güçtür’ denklemi ağırlık kazandı. Bilgiyi elinde bulunduran devletler ve kişiler ön plana çıkmaya başladı. Bu bahsi geçen açıklamalar güç teorileri ile ilgili. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ise, tüm bu güç teorilerinin aksine gücü ihlâsla eşleştirmiştir. Ona göre güçlü olmanın yolu insana, silaha, maddeye, teknolojiye ve bilgiye sahip olmak değil ihlâslı olmaktır. “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilin!” cümlesi bunu ifade etmektedir. Ama bu cümle diğer güç unsurlarını bırakın anlamını taşımaz.

FORMÜLE HAYAT KATAN İKSİR: İHLÂS

Dizinin ilk yazısında Risâle-i Nur’da başarı kavramını açıklamaya çalışan bir formülün öyküsünü okudunuz. Bu yazımda ise formüle hayat kattığını düşündüğüm ya da formülün ruhu olarak nitelendirdiğim bir kavramı açıklayacağım. Risâle-i Nurda bulduğum formülün işe yarayıp yaramaması büyük ölçüde bu kavrama bağlı. Ve bu kavram Risâle-i Nur okurları olarak hepimizin aşina olduğu bir kavram: ihlâs.

  HATIRLI-Yorum H. Gökhan KARAÇİVİ

 Dikkat etmemiz gereken bir ifade, unutmaktır. “Bunu ya da şunu unutma!” demeye alışmışızdır. Sonunda ne olur? Unutursunuz. Aslında hatırlamak isteriz ama unuturuz. Bu yüzden, unutma kelimesi yerine

 

“lütfen hatırla!” ifadesini kullanmayı öğrenmemiz önemlidir.

Birkaç ay önce İrfan Mektebi Editörümüz Sn. Cihangir İşbilir telefon ile bana

“unutmak ve unutkanlık ile ilgili” bir yazı yazmamı istedi.

Zihnim “Unutmak” ile meşgul olduğundan yazmaya başlayamadığımı fark ettim

ve konuyu “Hatırlamak” olarak tekrar çerçeveledim. Yazacaklarımı

tek tek hatırlıyorum, “Unutmamak” yerine

“Hatırlamayı” tercih ediyorum.

Hatırlamak, yaşanmış ânı, edinilmiş malûmatı tekrar hafızaya çağırmak, ilgili hatıranın görmek, duymak, koklamak, dokunmak, tatmak gibi hislerimizle bizde bıraktığı izlerin derinliği ile tekrar yaşanmasıdır. Ancak yaşanan tecrübenin hissî yoğunluğu derecesinde, yeniden hatırlama gerçekleşebiliyor.

  İHLAS SURESİNDEN BİR DAMLA M. Zakir ÇETİN
 Allah her şeyi yaratmıştır, O ise yaratılmamıştır.

Sual: Allah’ın yaratılmadığını ispat eden delil nedir?

El-Cevab: Her şeyi halk eden Allah’dır, Allah ise yaratılmamıştır. Çünkü Allah yaratılmış olsa idi, her şeyi yaratıp Hâlık olamazdı. Evet, şimdiye kadar yaratılmış olan hiçbir mahlûkun, bir varlığı yarattığı görülmemiştir. Demek mahlûkun husûsiyeti ve özelliği yaratıcı olmamaktır. Öyle ise her şeyi yaratan Allah, mahlûk değildir, sonradan yaratılmamıştır, Ezelî ve Ebedîdir. Eğer yaratılmış olsa idi, O da sâir yaratılmışlar gibi hiçbir şey yaratamazdı.


Evet, Hâlık’ın hassesi ve Zâtına lazım olan sıfatı, yaratılmış olmamaktır. bundan anlaşılıyor ki Allah, nihayetsiz kudret, ilim ve hikmetiyle her şeyi yarattığı gibi, kendisi ise Ezelî ve Ebedîdir, yaratanı yoktur. Zaten O’nun nihayetsiz kudret ve rahmeti de Zâtının sonsuz olduğunu, Zâtının sonsuzluğu ise O’nun başlangıçsız olduğunu ispat eder. Çünkü ölüm tarihi olmayanın doğum tarihi de olamaz.

“Cehennem ateşinden koru Allah’ım!” Ali GÜNTER

 “ECİRNÂ MİNENNÂR!”

Anadolunun bu en güzel şehrinin, en şirin kasabası.” derdi Ahmet. Gerçekten de öyleymiş…

Israrlarına dayanamadığım arkadaşım Ahmet’in evine misafir oldum. Dışardan küçük, köhne görünen bu köy evlerinin içi hiç de öyle değil. Buyur edildiğimiz odanın dört bir tarafı duvar yastıklarıyla çevrilmiş. Yastıkların üzerinde el işlemesi dolamalar. Bahçeye bakan bir pencere, duvarda tiktaklarıyla sohbetimizi şenlendiren bir saat. Temmuz sıcağında, yürekleri sıcacık ama evleri ve ayranları serin pırıl pırıl insanlar.

“Erken yatalım!” diyor Ahmet. Sabah namazı için Kuran kursuna gideceğiz.

Ezanla uyanıyoruz. Hazırlıklarımızı yapıp koyuluyoruz yola. Köy evlerinin ve bahçelerin arasında dört katlı bir bina görünüyor. Kapılar açık. Demek ahaliden sürekli namaza gelenler oluyor.

  Günahların çirkin yüzü Muhammed Emin CENDEL

 Günahların mâhiyetinde, eğer devam ederse, küfür yani inkâr tohumu vardır.

Çünki günaha devam eden, ülfet peyda eder. Sonra ona âşık ve mübtela olur.

Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o günahının ceza gerektirici bir fiil olmadığını temenniye başlar. Bu hâl böylece devam ettikçe, inkâr tohumu yeşillenmeye başlar. En nihâyet, gerek cezayı gerek cehennemi inkâra sebeb olur.

Günahlar; Cenâb-ı Hakk’ın râzı olmadığı, fıtratı bozup tahrib ederek gerçek vazifelerimizden bizleri uzaklaştırıcı fiillerdir. Günahlar, âhirette olduğu gibi dünya hayatını dahi insana cehennem yaparlar.Bu nedenle Cenâb-ı Hakk bizlerin hem dünyada hem de âhirette huzur bulabilmemiz için rahmetinden bu çirkin fiillere yasak damgasını koymuştur.

  Namaz’daki hareketler ne manaya gelir? Muhammed Emin CENDEL

Namazdaki her bir hareket Allah’a yakınlığı ifade eder.

Niyet: Kalbin bir şeye karar vermesi, hangi işin ne için yapıldığının dile getirilmesi demektir. Allah’ın emrini tamamlamak suretiyle yerine getirerek Allah’a ‘evet’ demeyi kastetmektir.

İftitah tekbiri (başlama tekbiri): Dünyayı Allahuekber diyerek elimizle arkamıza atıp Allah’ın rahmet kucağına sığınmaktır. Allah’ın her şeyden büyük olduğunu tekbir getirerek tasdik etmektir.


Kıyam (ayakta durmak): İnsan namazdaki bu rukünle devamlı olarak kıyamda Allah’ı zikreden meleklerin ve ayakta duran ağaçların ibadetlerini temsil eder. Kıyam insanın bedeniyle ve kalbiyle ebedi bir Zatın huzurunda ayakta durmasıdır. Kıyamda başın eğik olması kalbinin tevazuuna ve kibirden uzak oluşuna işarettir.

  Üç harfin talimi (Aşk) Canan ARIKUŞU

 Aslında bu cam aynaya lisan gibi görünüyordu şu nazik hatla yazılmış bu manidar kelimeler. Aynayı konuşturuyordu. Her bakan ölümlüye ölümsüz bir güzellik tarifi veriyordu. Aynada ne mi yazıyordu?

“Gencin süsü güzel ahlâktır”

Muhtemelen annemdi ilk buluşmamız için beni ona götüren. O, kendisiyle ne de çok zaman geçirdiğim. O sevdiğim beğendiğim… Bazen görmeyi istemediklerimi gözüme gözüme soktuğu için kırıldığım, kırdığım, kaçındığım ama her seferinde yüzümü dönüp tekrar barış şuâlarımı uzattığım. Mahreç derslerinde bol bol “dad harfi” çalıştığım. Birlikte güldüğüm, ağladığım. Beni bana benden iyi tarif etmekten asla vazgeçmeyen ısrarcı yoldaşım, haldaşım, sırdaşım, asla ama asla yalan söylemeyen vefakâr arkadaşım!

Ayna!

Akarken zaman ışık hızıyla, “hayata üç beş dakika ara!” demeli de öyle bakmalı insan aynaya. Herkesin en sağlam tanığıdır ayna. Tanıdıklar içinde en açık sözlü olanıdır ayna.

  İstişârenin hakkını veriyor muyuz? İdris TÜZÜN

İstişâre toplantılarındaki ihtilaflar bir zenginliktir. Fakat bu zenginlikten istifade edebilmek, ihtilafı ‘müsbet ihtilaf’ çizgisinde tutmak şartıyla mümkündür. Bu da ancak şahıs veya fikirlerin eleştirilmemesiyle veya bunun ölçülü olmasıyla gerçekleştirilebilir.

“Kendisiyle istişâre edilen kimse, güvenilen kimsedir”

Peygamberimiz (asm) Uhud Savaşı öncesi istişâre yapmış, kendi görüşüne muhalif sahâbelerin reyini kabul etmiştir. Hz. Ömer (ra) bir meselede

kendine itiraz eden kadının sözünü kabul etmiş, kendi görüşünden vazgeçmiştir.

Bu olgunluğu istişâredeki her fert gösterebilmeli ve “Ben böyle düşünüyorum.

Fakat yanlış olabilir” veya “Benim söylediğim yanlış, arkadaşımın söylediği

isabetlidir” diyebilmelidir. Önemli olan “benim fikrim” değil, umumun menfaati,

yani “bizim menfaatimiz” olmalıdır.

Tezhib Yusuf BİLEN


Tezhip, Arapça “zeheb” (altın) kökünden gelmektedir. Altınlamak, süslemek anlamına kullanılmıştır. Istılah olarak; “El yazması kitapları, murakkaaları, hüsn-i hat levhalarının kenarlarını boya ve altın süslemelerle tezyîn etme işine” veya “ezilmiş altın –asla yaldız değil- ve çeşitli renklerle kâğıt üzerine yapılan bezeme sanatına” denir. Tezhiblenmiş eserlere müzehheb, müzeyyen; tezhib yapan kişiye de müzehhib veya müzehhibe denir.


Kitap bezeme san’atı olan tezhibin ilk örneklerine Uygur fresklerinde rastlanmaktadır. Gazneliler döneminde bezeme san’atında geometrik motifler sık kullanılmıştır. Bu devirde yazılmış kûfî yazıların süslemesinde rûmî ve hatayî motiflere yer verilmiştir.

  GELSiN Nevres ZAKİR


Rasûlünü (sas) sevenlerden

Davasını bilenlerden,

Yoluna yüz sürenlerden,

Haberini soran gelsin.


Aşk yolunu seçenlere,

Günahlardan kaçanlara,

Cennetlere uçanlara,

Katılmayı bilen gelsin.

  “Kur’ân âyine ister, vekil istemez” (Lemaat Tahlilleri-5) Cemaleddin ŞENER


Lemaat Tahlilleri-5

Dinimizin uyulması gereken hükümlerinden ibaret olan şeriata dair kitapların da bu önemli kaide dikkate alınarak yazılması gerekir. Tâ ki avam tabakasının kaynaktaki kutsiyetten istifade etmeleri ve daha bir gayretle dine itaatleri sağlansın. İslâm şeriatındaki hükümlerin % 90’ı müsellemât veya zaruriyat-ı diniye denilen dinin esas ve temel meseleleridir. Bu esaslar Kur’ân ve sünnette farklı anlaşılmalara meydan vermeyecek derecede, çok açık bir şekilde bildirildiğinden bunlar üzerinde bütün hak mezhepler ittifak etmiştir. Farklı bir görüş bildirmemişlerdir. Dinimizin binasını ayakta tutan, bu elmas kıymetindeki sütunlardır.

  Kur’ân hattını muhâfaza hizmeti Av. Ali KURT

 “Risâle-i Nûr’un mühim bir vazîfesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyeyi muhâfaza etmektir”

Risâle-i Nûr hizmetinin ruhu ve esası Kur’ân’a hizmettir. Hazret-i Üstâd’ın bu çerçevede son derece önem verdiği maksadlarından biri de Kur’ân hattına hizmet etmek ve onu muhâfaza etmek idi. O şöyle diyordu:

“Risâle-i Nûr’un mühim bir vazîfesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyeyi muhâfaza etmektir”

Bedîüzzaman Hazretleri “Âhiret kardeşlerime mühim bir ihtâr!” başlıklı mektubunda nasıl Risâle-i Nûr talebesi olunabileceği hususunda şu sınırları çiziyordu:

  Çekilip nur-ı hidâyet…  


Çekilip nur-ı hidâyet, yine zindan olacak

Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak,


Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,

Çünki hicran dolu kalbim, yine hicran olacak.


Yine göç var diye, mecnuna haber verme sakın,

Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.



Nûr Hizmeti’nin İntişârı ve Ahmed Husrev Altınbaşak Münir SALİH

 HUSREV EFENDİ KİMDİR?

Ahmed Husrev Efendi, h.1315/ m.1899 senesinde Isparta’nın Senirce Köyü’nde dünyaya geldi. Babası, Osmanlı Devleti’nin son dönem Isparta vâlilerinden Hacı Edhem Beyin torunu Mehmed Bey olup, annesi Ayşe Hanımefendi idi.

“Yeşil Sarıklılar” nâmıyla bilinen ve Isparta eşrâfından olan baba tarafının şeceresi Hz. Ebûbekir’e (ra) dayanmakta; anne tarafı ise, yine asil bir sülâleye mensûb olarak evlâd-ı Resûl’den, Hz. Hüseyin’den (ra) gelmekte ve ecdadı “Hâfız-ı Kurrâlar” diye bilinmekte idi.

Hazret-i Üstâd’ın Barla’ya sürgün olarak geldiği 1926 senesinde, gördüğü bir rüya üzerine onu ziyarete giden Husrev Efendi, bu târihten i‘tibâren onun ilk talebelerinden biri olarak hizmet-i Nûriyede Üstâdının hem istişâre arkadaşı, hem yardımcısı ve hizmetinin en önemli rüknü olarak yerini aldı.

  Bir ittihad projesi:  

 İSLAM DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BİRLİĞİ (İDSB)

1 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul’da 40 ülkeden üç yüzü aşkın sivil toplum kuruluşunun katılımıyla “Uluslararası İslâm Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Konferansı: Değişen Dünyada Yeni Bir Vizyon Arayışı” başlıklı bir konferans düzenlendi. Konferansın ilk gününde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç, ikinci gününde Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül birer konuşma yaptılar. Konferansın son oturumunda oluşturulmak istenilen Birliğin taslak tüzüğü tartışmaya açılarak konferansa iştirak eden temsilcilerin oyları ile İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB)’nin kurulmasına karar verildi ve ilk üç yıllık dönem için Birlik Genel Sekreterliğine Necmi SADIKOĞLU seçildi. Birlik merkezi İstanbul olarak kabul edildi. Birlik Türkiye temsilciliğine Avukat Ali Kurt seçildi. 3335 Sayılı Uluslararası Nitelikteki Teşekküllerin Kurulması Hakkında Kanun göre, Uluslararası Kuruluş Statüsünde, İDSB’nin kuruluşu 31 Aralık 2005 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile resmileşti. İDSB’nin şu an 110 üyesi bulunmaktadır. Genel Koordinatörü Cihangir İşbilir’dir.

 

  Bulmaca  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

17. Sayıdaki (Nisan) bulmacamızın cevabına buradan ulaşabilirsiniz.

 
  Bugün 6 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!


REKLAM WERMEK İÇİN İLETİŞİM REKLAM WERMEK İÇİN İLETİŞİM

 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol